Çocukluk yıllarımızda Esenler'deki mahallemizde "kuşçu Mustafa Abi" vardı, abimlerin akranı olduğu için "dıgı" lakabıyla seslenirlerdi kendisine, sanırım Çankırılı idi.
Son derece kibar, beyefendi ve kalender bir insandı, kimseye zararı dokunmaz, varlığıyla yeryüzünü hafifletirdi adeta. Derviş meşrepliydi, yüzü ve tebessümü insanın içini açardı. Kardeşi Münevver Ablaya da ayrı bir hürmetim vardı, adı konulmamış evliyalara benzetirdim onları, ailece saygın ve hürmete layık insanlardı.
Severdim Mustafa Abiyi, güvercinleri vardı, onlarla özel bir iletişim içindeydi. İnsanlardan daha çok kuşlarla vakit geçiriyor gibiydi sanki, sırlarını dahi güvercinlerle paylaşıyormuş gibi hissederdim.
Nereden geldi aklıma bunlar, hemen söyleyeyim:
Akşama doğru, henüz yedi aylık olan üçüncü evladımız Osman Bera'yı biraz dışarı çıkardım, ne yapabiliriz diye düşünürken bir baktım karşı binanın çatısında güvercinler uçuyor, adamın biri de onlarla ilgileniyor, ister istemez gülümsedim.
Sonra aklıma Kuşçu Mustafa Abi geldi, içimden "gideyim şu kuşların sahibiyle sohbet edeyim, kuş beslediğine göre muhakkak ondan alacağım güzellikler vardır" diye geçirdim.
Giriş kattaki kapıyı çaldım, hanımefendi beni kucağımda çocukla görünce garipsedi, hemen meramımı anlattım:
- Ablacığım ben karşı komşunuz sayılırım, hemen ileride oturuyorum. Güvercinleri gördüm de, çok hoşuma gitti, acaba bebek de görebilir mi diye içimden geçirdim, mahzuru yoksa bakabilir miyiz kuşlara, sizler mi bakıyorsunuz?
Kadın biraz şaşırdı, ben birkaç detay daha verdim kalbi mutmain olsun diye. Çatıdaki eşini aradı, durumu izah etti, kapı aralığından "tamam yukarıda sizi bekliyor" dedi.
Merakla çıktık, adam ilk başta şaşırdı, niyetimi söyledim, "eyvallah" dedi.
Sonra kuşları gösterdi, 57 adet güvercini varmış, neredeyse doğduğum sene olan 1984 senesinden beri ailece kuş besliyorlarmış, şaşırdım epey.
Kafesteki kuşları inceledikten sonra çatıya çıktık yavruyla, orada da sanırım akrabaları olan iki beyefendi daha vardı. Güneş batarken keyifle taklacı güvercinleri izliyorlardı, tanıştık, hasbihal ettik epey.
Meğer atmaca ve martılar güvercinlerin düşmanıymış, fırsat bulur bulmaz saldırı yaptıkları oluyormuş, yakaladıklarını çatılarda afiyetle yiyorlarmış. Çok uzaklarda yuva yapmış bir atmacayı gösterdiler bana, "hey gidi dünya" dedim içimden, herkes nasibinin peşinde...
Osman Bera çok sevdi çatıyı, bir saat izledi olan biteni, anlamaya çalıştı olayları. Adamlara da söyledim, sahiden böylesi bir meşgale günümüzde neredeyse çok azaldı, farklı bir enerji istiyor, klasik bir zihinle böyle bir uğraşı sürdürmek mümkün değil gibi.
Güvercin besleyen insanlar, sanki hayata dair son umutları her gün sabırla uçurmaya çalışan gizemli adamlar gibiler, sessiz sakin taklacı güvercinleri salıyorlar gökyüzüne, varlığın hayret uyandıran tecellilerini yakından izlemekle süsleniyor ömürleri. Bizler telefonlara tabletlere dalmışken, onlar semaya dikmişler gözlerini, kuşların kanat çırpışlarında, mavinin enginliğinde, bulutların beyazlığında kaybolmuşlar...
İşte böyle, postacı güvercinlerin hikayeleri üzerine de konuştuk, nasıl eğitildiklerini anlattılar, bir zamanlar yüzlerce kilometre ötelere mektup taşıyan ve bu hayvanlara şaşmamak mümkün mü?
Hoş bir hatıra oldu, bir selam bir kapı açtı, bir kapı bizi semaya taşıdı, kuşların kanatlarında yolcu eyledi.
Bu vesileyle çocukluğumun en güzel adamlarından biri olan Kuşcu Mustafa Abime hürmet ederim buradan, hatırası azizdir, varlığı incitmeyen hâline, güven veren duruşuna, merhamet uyandıran yaşayışına selam olsun.
