birsan alüminyum

*BİR CAMİ, İKİ FARKLI ADAM*

Yaşam 07.09.2025 - 19:40, Güncelleme: 07.09.2025 - 19:43
 

*BİR CAMİ, İKİ FARKLI ADAM*

Bazı hadiseler sıradan gibi göründüğü halde derin anlamlar taşıyabilir. Bazı muamma sanılan olaylar da vardır ki aslında izahı son derece basit ve kolaydır. Sayısız penceremiz var hayata açılan, bazen saatlerce takılabiliyoruz sabit noktalara, bazen de önümüzde cereyan eden hiçbir şeyi anlamamış gibi oluyoruz. Kimimiz bakıyor ama göremiyor, kimimiz görmek için dahi bakmak istemiyor
Söze böyle başladım çünkü son şahit olduğum olaylar zihnimde dönüp duruyor bir süredir, çok sıradan gözüküyorlar ama kendimce güzel manalar çıkarmaya çalıştım, yazmadan duramadım. Anlatayım hemen: Üsküdar'daki camilerden birinde, öğle namazı için hazırdık. Cemaatin içinde, arada sırada yüksek sesler çıkaran bir adam vardı, sûreleri okurken kah vurguları kuvvetleniyor, kah tekbirleri herkes tarafından duyuluyordu.  Cami cemaati genel olarak kendisini ve rahatsızlığını bildiği için genel bir hoşgörüye sahipti. Çoğunluk "elinde değil belli ki, Allah'ı ve Peygamberi de çok seviyor madem, bize anlayış yakışır, kendisini üzmemek düşer" diye düşünüyordu. Lakin bazen, yeni gelenler için bu durum epey garipseniyor ve yer yer suizanna, yer yer de kızgınlığa sebep oluyordu. O gün, mâlum amcamızın sesi cemaatin en arka sağ kısmından yeniden hafiften yükselmeye başladı. Saf düzeni için sağ yanıma doğru yaklaşan orta yaşlı bir adam, ağzını yüzünü buruşturarak homurdanmaya başladı. "Böyle şey mi olur ya!" şeklinde hafif yollu mırıldandı.  Anladım ki hadisenin iç yüzünden haberi yok, kendisini yatıştırmak için araya girdim ve "abimiz biraz rahatsız, hiç takılmayın lütfen" dedim. Teskin olmadı, el kol hareketleri ile rahatsızlığını ifade etmeye devam etti. Epey üzüldüm o an, çünkü tam namaza duracaktık ve şeytan ne yapıp edip kalpler arasına kötü zan, buğz, öfke gibi duygular ekmeyi başarmıştı. Amcanın rahatsız olduğunu söylediğim halde sağ yanımdaki adam tatsız tuzsuz namaza durdu. Ah dedim içimden lakin yapacak da bir şey yoktu, çünkü herkesin anlayışı derece dereceydi, bize düşen vazifemizi yaptıktan sonra âlemdeki tecellileri çoğu zaman seyretmekti. Namaz esnasında, hasta amcamız arkalardan daha da yüksek sesler çıkarmaya başladı, kah kesik kesik "Allahuekber" diyordu, kah gürültülü bir şekilde Fatiha'nın bir bölümünü tekrar tekrar okumaya çalışıyordu.  Bizler için sıradan bir hadiseydi artık, hatta namazın doğal arka fonu gibi geliyordu o sesler, bir nevi hem şükre hem de anlayışımızın güçlenmesine vesile oluyordu. Fakat sağ yanımdaki adam mevcut hâlden hiç hoşnut değildi, bir an önce namazın bitmesini bekler gibiydi.  Henüz ikinci rekattaydık ki, sol yanımdaki adam imama uymamaya başladı, biz secdeye varırken o kıyama kalkmıştı. Şaşırdım tabii, anlamadım ne olduğunu, epey ön saflardaydık, bir nevi ritim bozuldu, ahenk kayboldu, garip bir durum ortaya çıktı. Sol yanımdaki adam gençti, simsiyah giyinmişti. Kafam karışmadı değil, sağ yanımda sitemli bir adam, sol yanımda da meczup vari bir kimse, iki arada bir derede kalmıştım. Gücüm yettiğince namaza konsantre olmaya çalıştım ama sol yanımdaki siyah adamın cemaatin genel akışını takip etmemesi, farz namazda kendince eğilip kalkması hafiften canımı sıktı.  Farklı davranıyordu, sıra dışı hareket ediyordu, ahengi bozuyordu. İstemsiz bir şekilde gözüm kaydı, yüzünü görür gibi oldum, kendisinden son derece emin, ne yaptığının farkında bir hâli vardı. Derken selam verildi, namaz bitti. Sağ yanımdaki sitemli adam, hızla arka saflara doğru yöneldi, gürültü çıkaran amcanın yanına gidip öfkesini boşalttı. Hasta amcamız üzüldü tabii, kendisine çıkışan adama manidar bir söz söyledi: — Sen gerçekten namaza odaklansaydın beni duymazdın ki, nasıl namaz kılıyorsun sen düşün! Hasta amcamızın yüzü asılmıştı, kendisinin anlaşılmadığını düşünüyordu, muhatabına da "keşke sen Allah'ın huzurunda başka şeylere odaklanmak yerine namazına odaklansan" şeklinde mırıldanıyordu. O üzülmesin diye bakışımla yanında olduğumu hissettirmek istedim, beni gördüğünde de "başımızın üstünde yerin var, kederlenme lütfen" dercesine elimi dudağıma götürüp başıma koydum. Bu hareketim onun çok hoşuna gitti, hafif sesli bir şekilde şöyle dedi: — Anlayışlı insanın hâli başka oluyor, şuurlu insanlar beni anlıyor, oh! Bu övgü karşısında çocukça gülümsedim, sevindim. Sonrasında sol yanımdaki siyahlı adamı aradı gözlerim, bulamadım. Cami çıkışında, şahit olduğum bu iki farklılığı düşündüm biraz. İkisi de cemaatin geneline göre farklı tutum ve davranışlar sergilemişti lakin birinin hâli bana sevimli, diğerinin tavrı ise garip gelmişti. Sonra daha derinlere daldım, şu iki farklılık arasındaki benzerlikleri ve aykırılıkları düşündüm. Niyetim İslam'da "şahsiyet ve cemiyet" hususunda altın bir oran keşfetmekti, vahdetin kesret olarak tecellisindeki incelikleri anlamaya çalışmaktı.  Hasta adam, tüm gürültüsüne ve farklılığına rağmen, cemaatin bir parçasıydı, elinde olmayan sebeplerden dolayı ahenge tam katılamasa da anlayışlı hiç kimse onu "gayr" yani "yabancı" olarak göremezdi, küçümseyemez ve ötekileştiremezdi. Lakin diğer siyahlı adam, duruşu ve tarzı ile o an oradaki ahengin bir parçası olmak istemiyor gibiydi. Onun şahsında, nefsimizin ve egomuzun hâlini görür gibi oldum. Sahiden de insan bazen birlikteliğin hakkını ihlal edebiliyor, zamanın ve mekanın gereğini yok sayabiliyor. Bunu yaparken de, kendince makul sebeplere tutunabiliyor. Evet, siyahlı adam istediği gibi davranmakta özgürdü lakin farz ibadette imama uymak bizi biz yapan şiarlardan biridir, oradaki beyat ve biat biricikliğimizin iptali değil aksine hep birlikte yepyeni bir sinerji, bereket ve hüviyete bürünmenin de vesilelerindendir.  İslam öyle bir mucizedir ki, cemaat hâlinde namaz kıldığımızda dahi kimsenin biricikliği kaybolmaz, yok olmaz, bitmez. Aksine, sayısız biricik güçlü şahsiyet, bir imam öncülüğünde "hep birlikte" sonsuza bağlanır, "toplu şekilde" hakikate kanat çırpmaya çalışır, tek ve eşsiz olan Rab karşısında "kimseyi ayırmadan" boyun büker. İşte böyle.. Siyahlı adam bana bir ders verdi aslında, sanki şöyle dedi: İnsanlığın ortak güzelliklerine sırt çevirirsen, ümmetin birlikte hareket ettiği hususlarda lüzumsuz şekilde ayrılıkçı takılırsan, gerek mikro ölçekte gerek makro planda "uyum, ahenk, düzen" gerektiren yerlerde nefis kaynaklı "çıkıntılık yaparsan" çok da matah bir şey yapmış olmazsın, aksine sevimsiz bir hâl alabilir hareketlerin, tadı kaçar birlikteliğin, vahdet zedelenebilir. Evet, siyah adamda kendi egolarımızı ve ham benliğimizi görür gibi oldum, biricikliğimizi ve herkesten farklı oluşumuzu "yerinde" kullanmadığımız zaman kainatın ahengine ve uyumuna dair neleri ıskaladığımızı, ilahi sistemde nasıl da sırıttığımızı hissettim bir nebze. Ne diyeyim, Allah anlamayı nasip etsin, her bilenin üstünde bir bilen var, el elden üstündür arşa kadar. Hû.   *Süleyman Ragıp Yazıcılar*
Bazı hadiseler sıradan gibi göründüğü halde derin anlamlar taşıyabilir. Bazı muamma sanılan olaylar da vardır ki aslında izahı son derece basit ve kolaydır. Sayısız penceremiz var hayata açılan, bazen saatlerce takılabiliyoruz sabit noktalara, bazen de önümüzde cereyan eden hiçbir şeyi anlamamış gibi oluyoruz. Kimimiz bakıyor ama göremiyor, kimimiz görmek için dahi bakmak istemiyor

Söze böyle başladım çünkü son şahit olduğum olaylar zihnimde dönüp duruyor bir süredir, çok sıradan gözüküyorlar ama kendimce güzel manalar çıkarmaya çalıştım, yazmadan duramadım. Anlatayım hemen:

Üsküdar'daki camilerden birinde, öğle namazı için hazırdık. Cemaatin içinde, arada sırada yüksek sesler çıkaran bir adam vardı, sûreleri okurken kah vurguları kuvvetleniyor, kah tekbirleri herkes tarafından duyuluyordu. 

Cami cemaati genel olarak kendisini ve rahatsızlığını bildiği için genel bir hoşgörüye sahipti. Çoğunluk "elinde değil belli ki, Allah'ı ve Peygamberi de çok seviyor madem, bize anlayış yakışır, kendisini üzmemek düşer" diye düşünüyordu. Lakin bazen, yeni gelenler için bu durum epey garipseniyor ve yer yer suizanna, yer yer de kızgınlığa sebep oluyordu.

O gün, mâlum amcamızın sesi cemaatin en arka sağ kısmından yeniden hafiften yükselmeye başladı. Saf düzeni için sağ yanıma doğru yaklaşan orta yaşlı bir adam, ağzını yüzünü buruşturarak homurdanmaya başladı. "Böyle şey mi olur ya!" şeklinde hafif yollu mırıldandı. 

Anladım ki hadisenin iç yüzünden haberi yok, kendisini yatıştırmak için araya girdim ve "abimiz biraz rahatsız, hiç takılmayın lütfen" dedim. Teskin olmadı, el kol hareketleri ile rahatsızlığını ifade etmeye devam etti. Epey üzüldüm o an, çünkü tam namaza duracaktık ve şeytan ne yapıp edip kalpler arasına kötü zan, buğz, öfke gibi duygular ekmeyi başarmıştı.

Amcanın rahatsız olduğunu söylediğim halde sağ yanımdaki adam tatsız tuzsuz namaza durdu. Ah dedim içimden lakin yapacak da bir şey yoktu, çünkü herkesin anlayışı derece dereceydi, bize düşen vazifemizi yaptıktan sonra âlemdeki tecellileri çoğu zaman seyretmekti.

Namaz esnasında, hasta amcamız arkalardan daha da yüksek sesler çıkarmaya başladı, kah kesik kesik "Allahuekber" diyordu, kah gürültülü bir şekilde Fatiha'nın bir bölümünü tekrar tekrar okumaya çalışıyordu. 

Bizler için sıradan bir hadiseydi artık, hatta namazın doğal arka fonu gibi geliyordu o sesler, bir nevi hem şükre hem de anlayışımızın güçlenmesine vesile oluyordu. Fakat sağ yanımdaki adam mevcut hâlden hiç hoşnut değildi, bir an önce namazın bitmesini bekler gibiydi. 

Henüz ikinci rekattaydık ki, sol yanımdaki adam imama uymamaya başladı, biz secdeye varırken o kıyama kalkmıştı. Şaşırdım tabii, anlamadım ne olduğunu, epey ön saflardaydık, bir nevi ritim bozuldu, ahenk kayboldu, garip bir durum ortaya çıktı.

Sol yanımdaki adam gençti, simsiyah giyinmişti. Kafam karışmadı değil, sağ yanımda sitemli bir adam, sol yanımda da meczup vari bir kimse, iki arada bir derede kalmıştım. Gücüm yettiğince namaza konsantre olmaya çalıştım ama sol yanımdaki siyah adamın cemaatin genel akışını takip etmemesi, farz namazda kendince eğilip kalkması hafiften canımı sıktı. 

Farklı davranıyordu, sıra dışı hareket ediyordu, ahengi bozuyordu. İstemsiz bir şekilde gözüm kaydı, yüzünü görür gibi oldum, kendisinden son derece emin, ne yaptığının farkında bir hâli vardı.

Derken selam verildi, namaz bitti. Sağ yanımdaki sitemli adam, hızla arka saflara doğru yöneldi, gürültü çıkaran amcanın yanına gidip öfkesini boşalttı. Hasta amcamız üzüldü tabii, kendisine çıkışan adama manidar bir söz söyledi:

— Sen gerçekten namaza odaklansaydın beni duymazdın ki, nasıl namaz kılıyorsun sen düşün!

Hasta amcamızın yüzü asılmıştı, kendisinin anlaşılmadığını düşünüyordu, muhatabına da "keşke sen Allah'ın huzurunda başka şeylere odaklanmak yerine namazına odaklansan" şeklinde mırıldanıyordu.

O üzülmesin diye bakışımla yanında olduğumu hissettirmek istedim, beni gördüğünde de "başımızın üstünde yerin var, kederlenme lütfen" dercesine elimi dudağıma götürüp başıma koydum. Bu hareketim onun çok hoşuna gitti, hafif sesli bir şekilde şöyle dedi:

— Anlayışlı insanın hâli başka oluyor, şuurlu insanlar beni anlıyor, oh!

Bu övgü karşısında çocukça gülümsedim, sevindim.

Sonrasında sol yanımdaki siyahlı adamı aradı gözlerim, bulamadım.

Cami çıkışında, şahit olduğum bu iki farklılığı düşündüm biraz. İkisi de cemaatin geneline göre farklı tutum ve davranışlar sergilemişti lakin birinin hâli bana sevimli, diğerinin tavrı ise garip gelmişti.

Sonra daha derinlere daldım, şu iki farklılık arasındaki benzerlikleri ve aykırılıkları düşündüm. Niyetim İslam'da "şahsiyet ve cemiyet" hususunda altın bir oran keşfetmekti, vahdetin kesret olarak tecellisindeki incelikleri anlamaya çalışmaktı. 

Hasta adam, tüm gürültüsüne ve farklılığına rağmen, cemaatin bir parçasıydı, elinde olmayan sebeplerden dolayı ahenge tam katılamasa da anlayışlı hiç kimse onu "gayr" yani "yabancı" olarak göremezdi, küçümseyemez ve ötekileştiremezdi.

Lakin diğer siyahlı adam, duruşu ve tarzı ile o an oradaki ahengin bir parçası olmak istemiyor gibiydi. Onun şahsında, nefsimizin ve egomuzun hâlini görür gibi oldum. Sahiden de insan bazen birlikteliğin hakkını ihlal edebiliyor, zamanın ve mekanın gereğini yok sayabiliyor. Bunu yaparken de, kendince makul sebeplere tutunabiliyor.

Evet, siyahlı adam istediği gibi davranmakta özgürdü lakin farz ibadette imama uymak bizi biz yapan şiarlardan biridir, oradaki beyat ve biat biricikliğimizin iptali değil aksine hep birlikte yepyeni bir sinerji, bereket ve hüviyete bürünmenin de vesilelerindendir. 

İslam öyle bir mucizedir ki, cemaat hâlinde namaz kıldığımızda dahi kimsenin biricikliği kaybolmaz, yok olmaz, bitmez. Aksine, sayısız biricik güçlü şahsiyet, bir imam öncülüğünde "hep birlikte" sonsuza bağlanır, "toplu şekilde" hakikate kanat çırpmaya çalışır, tek ve eşsiz olan Rab karşısında "kimseyi ayırmadan" boyun büker.

İşte böyle..

Siyahlı adam bana bir ders verdi aslında, sanki şöyle dedi: İnsanlığın ortak güzelliklerine sırt çevirirsen, ümmetin birlikte hareket ettiği hususlarda lüzumsuz şekilde ayrılıkçı takılırsan, gerek mikro ölçekte gerek makro planda "uyum, ahenk, düzen" gerektiren yerlerde nefis kaynaklı "çıkıntılık yaparsan" çok da matah bir şey yapmış olmazsın, aksine sevimsiz bir hâl alabilir hareketlerin, tadı kaçar birlikteliğin, vahdet zedelenebilir.

Evet, siyah adamda kendi egolarımızı ve ham benliğimizi görür gibi oldum, biricikliğimizi ve herkesten farklı oluşumuzu "yerinde" kullanmadığımız zaman kainatın ahengine ve uyumuna dair neleri ıskaladığımızı, ilahi sistemde nasıl da sırıttığımızı hissettim bir nebze.

Ne diyeyim, Allah anlamayı nasip etsin, her bilenin üstünde bir bilen var, el elden üstündür arşa kadar.

Hû.  

*Süleyman Ragıp Yazıcılar*

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergebze.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.