HAYAT ÖNÜMÜZE BAKMAKTIR

 

1-) Daima yaşatıldığımı düşünüyorum, yaşıyorum demek büyük bir iddiadır, Allah'ın lütfu olmasa tek bir adım atmaya dahi mecali yoktur insanın. Bunca sene beni yaşatan Allah'a karşı mahcubum, şükürden acizim, verdiği nimetleri saymaya gücüm yetmez. 

2-) Gazze'de yaşananları gördükçe kendi hayatlarımızdan utanmıyor değiliz, küçücük dertlerimizi büyütme gafletinden uzak kılsın Mevlamız bizi. 

Zulme karşı sessiz kalmak olmaz lakin bazen konuşsak tesiri yok gibi oluyor, en iyisi "bir şeyler yapmalı" diyerek canını dişine takanlara uymak icap ediyor. Hepimiz etki alanımız ve bağlamlarımız dahilinde mücadeleye devam edeceğiz, yeise düşmeden çabalayacağız, başka çıkar yol yok. 

3-) Büyümenin en güzel yanlarından biri de şudur, insanın affediciliği artıyor. "Yapıp eden Allah" diyorsunuz içten içe, sebepler üzerinde çokça durmuyorsunuz, hoş görüyorsunuz size kötülük yapanları dahi. Çünkü nefsimizi kendi haline bıraktığımızda, o hemen temize çıkmanın derdine düşüyor, kendini aklayıp paklamanın sevdasıyla tutuşuyor. 

Büyüdükçe insan hatalarını, eksiklerini, kusurlarını daha iyi anlıyor sanki. Lüzumsuz münakaşalardan kaçınıyor, haklı çıkmanın şehvetine set çekebiliyor. Allah insaftan ayırmasın hiçbirimizi. 

4-) Musa Peygamber Tur Dağı'nda Allah'la konuştuğu zaman, "elindekini bırak" emrini almıştı. Asasını salıverince avucundan, karşısında gördükleri yüzünden ürpertiden arkasını dönüp kaçmıştı. 

Kırklı yaşlar sanki "elimizdekini bırakma" yaşları gibi, koca bir ömrü önüne koyuyorsun, için ürperiyor, kalbin korkuyor. İnsan daha öncesinde dünyanın fâni olduğunu biliyor ama kırklı yaşlarda bu çıplak gerçek insanı daha bir derinden sarıyor sanki. 

Şu sıralar "elimdekini bırakmış" gibi hissediyorum, bir hiç idik, lütufla var kılındık, ya Allah'ın kudretini ve kuvvetini anlayıp marifete ve muhabbete erip gideceğiz bu dünyadan ya da vehimlerimizin esareti altında, nefislerimizin köleliğini yapa yapa günleri tüketeceğiz. Rabbim felaha erenlerden eylesin, amin. 

5-) Herkes derece derece bunalımda, dertli, sıkıntılı. İmanın diriltici nefesi de olmasa, işimiz çok zor. 

Her şey dağılıyor gibi, tüm değerler aşınıyor gibi, ulvi manalar saldırı altında, birey adeta dört bir koldan sarılmış vaziyette. Kalpler sığınacak yer arıyor, akıllar bulanmamak için sabiteleri soruyor. 

Kanaatim o ki, Lokman Peygamberin yavrusuna yaptığı şu tavsiyeyi sık sık hatırlamakta fayda var, hiçbir amelimizin zayi olmayacağına dair yüreğimizi genişleteceği, içimize ümit dolduracağı kesin: 

“Evlâdım! Yaptığın iyilik veya kötülük hardal tanesi ağırlığında bile  olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, göklerin veya yerin herhangi bir  noktasında bile bulunsa, Allah onu çıkarıp âhirette karşına getirir.  Çünkü Allah her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden hakkıyla  haberdardır.” 

6-) İlk gençlik yıllarımda özellikle büyüklerimi bayramlarda elimden geldiğince aramaya çalışırdım, birçoğunu ziyarete niyet ederdim. 

Öyle zamanlara erdik ki vaktin bereketini kaybettik, bayramlar nasıl başlıyor nasıl bitiyor anlamaz olduk. Gönlümde o kadar çok insan vardı ki, birçoğunu aramaya dahi vakit bulamadım. 

Lakin şuna eminim, kim kalbimde ise ben de onun kalbindeyimdir, çünkü "hatırlayan hatırlanırmış" demişler. Yani iletişim teknolojileri her ne kadar çağ atladıysa da, kalbin sırlarına erişemediler henüz. 

Kim kimi kalbinde anıyor ve seviyorsa, o onunla bayramlaşmış demektir. Velev ki zahiren görüşmeler, mesajlaşmalar çeşitli sebeplerden vaki olamamış olsun. 

Kalbi sevgi dolu insanların yanı olsun yerim, süreyim biraz sefa, garazsızlıktan mütevellit.

7-) Hayat çok şey öğretti şüphesiz, hepimiz tecrübelerimizin toplamıyız bir bakıma. 

Kendi adıma, "şu hayattan ne anladın" diye ansızın soracak olsa biri, sakince şu cevabı verirdim: 

Hz. Meryem Annemiz gebe kaldığında, çokça utandı ve toplumdan uzaklara doğru çekildi. Babasız çocuk dünyaya getirecekti, bunu nasıl anlatacaktı insanlara? Yüreği daraldı, içi sıkıldı. Lakin takdir bu idi, vakti zamanı geldiğinde İsa Aleyhisselam doğdu. 

Hz. Meryem, o demlerde "keşke unutulup gitseydim" diye içinden geçiriyordu, ne yapacağını bilemiyordu. Bebeği kucağına alıp kavminin karşısına çıktığında, dört bir koldan hücum ettiler kendisine, "iffetsiz" diyen de oldu, "utanmaz" diye taş atan da çıktı. "Senin anne baban ahlaksız değildi" şeklinde sitem eden de vardı, "yazıklar olsun sana" diyerek küplere binen de vardı. 

Meryem Annemiz hiç konuşmadı, tek ses etmedi, kendisini savunmadı, karşı tepkide bulunmadı. Sadece beşiği gösterdi, bekledi. Ve işte o an, olan oldu, Hz. İsa Aleyhisselam beşikte dile geldi, annesinin tertemiz olduğunu ifade etti, kendisinin Allah'ın kulu ve râsulü olduğunu bildirdi. Herkesin ağzı açık kaldı, bu manzara karşısında diller tutuldu, gözler yerinden çıktı. 

Buradan ilhamla şunu söyleyebilirim, öyle bir yaşayalım ki ortaya koyacağımız eserler, işler, faaliyetler vs. bizim adımıza konuşsun, bizim adımıza delil olsun, bizim adımıza işaret sayılsın. 

Şu hayat yolunda gereksiz tartışmalardan uzak durarak, samimi ve ihlaslı şekilde eserler bırakalım geride. Hayat bir anlamda, yapıp ettiklerimizden hasıl olacak bebeğimizin bizim adımıza konuşmasıdır. Ne mutlu işine, hedefine, eserine odaklananlara.

8-) Dün çok sevdiğim bir arkadaşım geleceğe dair yeni planlarından, projelerinden bahsetti ve şöyle sordu: 

"Çok mu dağılıyorum, sonunda pişman olur muyum?" 

Ona dedim ki, içindeki aşka ve şevke bak, eğer o diriyse yoluna devam et. Evet, hayat önümüze bakarak yaşanır, içimizde bir hayal, bir ümit var ise, ne mutlu bize. 

Bazen geçmiş bizi esir eder, mâzinin dehlizlerinde kayboluruz, oysa önümüzde nice imkanlar ve fırsatlar vardır da gözlerimizi kapattığımız için göremeyiz. Ne geçmişte kaybolmak ne de geleceğe haddinden fazla önem atfetmek iyi değildir kanaatimce, an bu andır, dem bu demdir. 

Önümüze bakarak yol alacağız, Allah'tan hiçbir vakit ümit kesmeyeceğiz, yeni hikayeler ve yeni sürprizler için her dem kolları sıvayabilecek bir irademiz olacak. 

Hiçbir bağlam bizi tam manasıyla bağlayamaz, kişi Allah'a kavuşuncaya kadar yolu bitmemiş demektir, en yüce gaye de O'nun rızasıdır. O rızaya nerede nasıl erdiğimizin ne önemi var, iman edip birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlere selam olsun. 

9-) Hayatın en güzel yanlarından biri, benim için hiç şüphesiz ki "hep öğrenci kalma arzusu" olabilir. 

Hep öğrenciyiz şu hayat yolunda, kah bildiğimizin hocası oluyoruz kah bilmediklerimizin talebesi mevkiindeyiz. 

Öğrenmek o kadar güzel ki, ilim denizinde doyumsuz şekilde yüzebilir insan. Zaten Peygamber Efendimiz bizlere "beşikten mezara ilim talep edin" diye buyurmamış mı? 

Rabbim daima ilmimizi artırsın, hikmetle, hürmetle, hayretle ve haşyetle ömürlerimizi süslesin. İlim meclislerinden uzak düşersek vay bizlere, ilim ehlinin nazarından mahrum kalırsak yazık hayatlarımıza. 

10-) Küçükken imtihan kelimesini anlamazdım, Rabbimiz bizi niye imtihan ediyor ki diye kendimce dudak bükerdim. Yani "imtihan, sınav" biraz sevimsiz kelimeler ilk bakışta, hep bir gerginlik, sınıfta kalma endişesi barındırıyor gibi içinde. 

Sonradan anladım ki, imtihan demek "tekamül vesilesi" demek imiş. Yani hepimiz çeşitli imtihanlardan geçerek olgunlaşıyormuşuz. 

Bir bakıma, kul ve Allah arasında, hadiselerin gizemli bir dili var, bu dili çözenler ârif oluyor, bu dile aşina olmayanlar ise nice bocalamalar yaşıyor. 

Yaşamak bu manada, herkesin çok özel imtihanlara tâbi tutulduğu eşsiz bir macera, fark etsek de etmesek de hepimiz Allah'a doğru bir yol tutturmuş gidiyoruz, kimimiz kendini aldatıyor, kimimiz meselenin derinliğinin farkında. 

Hiç unutmuyorum, Abdullah Sert Hocamız bir sohbetinde Mahmud Sami Razamanoğlu Hazretleri'ni anlatıyordu. Sami Efendi'nin 39 yaşında mürşid olduğunu söylemişti. O sırada bana seslenip "Süleyman sen kaç oldun?" diye de sormuştu. "Kırk" demiştim acı tebessümle. "Ooo, bak bir sene geçmişsin" diye latife yapmıştı. 

Sahiden de düşünüyorum, bizler kırk bir senelik ömrümüzde Hak yolculuğunun neresindeyiz, Allah bilir. Gönlümüzün muradıdır O lakin bu gidişle nereye varırız emin değilim. Bizi bize bırakmasın Mevlamız, imtihan dünyasında yolda kalanlardan eylemesin, ayaklarımızı dini üzerine sabit kılsın, amin. 

Dualarınızı beklerim, kırk bir kere maşallah derseniz sevinirim, hayırda yarışan kullar olup dünyadaki mazlumlara umut olursak, zalimlere engel olabilirsek, ne mutlu bizlere.

*Süleyman Ragıp Yazıcılar / 5 Nisan 2025*